11 Mart 2009 Çarşamba

Thomas More-Ütopya

Thomas More, kendisinden sonra gelen bütün "toplum mühendislerini"
etkileyecek bir kavram olan ütopya sözcüğünün isim babası olmasaydı,
belki de yalnızca İngiliz siyasi tarihinde bir madde olarak kalacak ve
onurlu mücadelesi pek bilinmeyecekti. Oysa, 1478 doğumlu Sir Thomas Moore, Kral'a, hayatı pahasına da olsa HAYIR demesini bilen ve inançlarını hiç bir baskı altında değiştirmeyen bir kişiydi.
Farklılıkları daha Üniversite eğitimi sırasında belirmeye başlamıştı.
Oxford'da Grekçe ile tanışmış ve Grek düşüncesini yeniden araştıran
İtalyan Rönesanssına sempati duymuştu. Bu eğilimi ailesi ve
otoritelerin tepkisini çekince, dostu Erasmus'un da etkisiyle hukuku
seçti. 1504 ise, parlamentoda - VIII.Henry'nin vergi isteğine karşı
çıkan- muhalif bir üyeydi. 1514'de şövalye de oldu.

Kral, pek hoşlanmamakla birlikte, giderek popülerleşen, bilgisi ve
tavırları ile sivrilen More'la ilişkilerini sıcak tutmaya çalıştı.
Önce Adalet Bakanlığına getirildi More. Ancak, mahkemeye işi
düşenlerden hediye almayı reddederek teamülleri çiğnedi! Ardından
Kral'ın boşanma isteğini reddetti. Böylece sarayla arası açıldı ve
1532'de istifa etti bakanlıktan. Davet edildiği evlilik törenine de
katılmadı. 1534'de VIII. Henry'nin parlamentodan geçirdiği "Üstünlü
Yasası"nı da inançlarına ve hukuka aykırı bulduğu için kabule
yanaşmadı ve kralın papadan üstün olduğuna dair yemin etmeyi reddetti. İpler gerilmiş, kılıçlar çekilmişti artık. Suçu idamı gerektirmiyordu,ancak yalancı tanıklıklarla "vatana ihanet ettiği" saptandı..!Tavrından vazgeçerse affa uğrayacağı söylendiği halde, inançlarını çiğnemedi, vicdanının sesine uydu ve başını cellada vermekten imtina etmedi (1535). Gerçek bir aydındı Thomas More...

Kavram olarak Ütopya Kuzey ülkelerinde Rönesans, İtalya'dan sonra başladı ve hemen reformla karışmış bir duruma geldi. Bu nedenle dinsel etkilenmişliği vardı,anarşist ve ahlakdışı değildi. Tersine sofuluk ve kamu erdemiyle ilişkiliydi. Bu akımın örnekleri aynı dönemde yaşamış ve arkadaş olan Erasmus ve Sir Thomas More'dur. İkisi de meslekten filozof değillerdi,sistematik her şeye karşı hoşnutsuzluğu temsil ediyorlardı ve Skolastiğe olan tepkiyi belirleyen de bu hoşnutsuzluktu.

Konuya balıklama dalmadan önce, sözcüğün sözlüksel bir tanımını vermek istiyorum. Ana Britanica'nın Ütopya maddesi şöyle ; "yaşayanlarına kusursuz bir düzen içinde var olma olanağı sağladığı kabul edilen ideal ülke". Kelimenin çağrışımı ise, "olanaksız ölçüde idealist"reformcu görüşlere temel olmuştur(tabii buradaki idealizmi felsefi idealizmden ayırmak gerekiyor). Sözcük ilk olarak Sir Thomas More tarafından 1516 yılında telaffuz edildi. Terimi yunanca qu (değil) ve topos(yer) sözcüklerinden türeten More, olmayan yer anlamına gelen sözcüğü, bütünüyle akıl yoluyla yönetilen ortak mülkiyete dayalı bir kent devleti olarak betimledi.

Yani, ütopya üretilmiş bir sözcük, ama kavramsallaşması ile birlikte,
beklenmedik bir etki yaratmış. Onun üstüne herkesin farklı anlamlar
yükleyişi basit bir dilsel olanaksızlıktan değil, toplumsal
tasarımlardaki karşıtlıklardan geliyor. Gündelik konuşmalarımızda
hayalcilik gibi kullanıyoruz bu sözcüğü, ama felsefi, siyasi ve
ideolojik kuruluşları biraz farklı. Oralarda hayal ve gerçek birbirine
karışıveriyor. En büyük ve etkili ütopyalar olarak, çok ya da tek
tanrılı, cennet ve cehennem tasarımlı dinleri, bu hayal ve gerçek
karışımı için örnek olarak göstermek mümkün. Thomas Moore'un bu
kavramı kullanışından önceki tarihsel dönemlerde de -adı din ya da
felsefe olsa da- ütopyacı anlayışları bulup çıkartmak hiç de zor
değil. Bu tarih neredeyse yazının/mağara resimlerinin tarihi kadar
gerilere uzanıyor.

More'un Ütopyası
Thomas More'un "Ütopya"sı, roman sanatının henüz ortaya çıkmadığı o
tarihlerde, bir anlatı metni olarak kurgulanmıştır ve Kolomb'un
keşiflerinin etkisiyle yazılmış ilk kurgusal metin olması nedeniyle de
ilginçtir. Ütopya, Güney yarım küresinde bir adadır. Hikaye, bu adada
yaşamış bir gemicinin, ada halkının kurduğu düzeninin mükemmelliğini
Avrupa'ya tanıtması biçiminde sürer. Böylece More, hem İngiltere'deki
iktidarın mutlak olamayacağını belirtir, hem de olması gerekenleri
işaret eder. Siyasi ve ekonomik hayatı yeniden kurgular.

"Ütopya", devletin ilk mimari tasarım olarak da ilgiye değer; Bu ada
devletinde, hepsi aynı plana sahip 54 kent var ve sadece başkentin
planları değişik. Bütün cadde genişlikleri aynı (10 metre kadar).
Herkesin evi aynı stilde. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı var ve
kilit yok. Herkes istediği eve girebilir, damlar da düzdür. Sahiplik
duygusu olmasın diye 10 yılda bir ev değiştirilir. Köylerde her biri
40 kişiyi barındıran çiftlikler bulunur ve şimdi More'nun eşitliğinin
sınırına geliyoruz, bu 40 kişiden ikisi köle! Her çiftlik yaşlı ve
bilge olan bir kadın ve bir erkek tarafından yönetiliyor. Evlerin bile
bu denli aynı olduğu adada elbette kılık ve kıyafet de belirlenmiş,
herkes daha doğrusu her kategori yaz kış aynı türde giyiniyor. Bir
giysi yedi yıl dayanacaktır. Çalışma sonunda giyilen yün
harmaniyeler(pelerin) de aynıdır ve doğal yün rengindedir.

Tanıtımı More'un cümleleri ile sürdürürsek; "bizim toplumumuzda
kadınlar, rahipler, hizmetçiler, dilenciler çoğunluk yararlı bir iş
yapmaz. Zenginlerin varlığı dolayısıyla da gereksiz lüksler için çok
emek harcanır. Ütopya cumhuriyetinde bunların önüne geçileceğinden
çalışma 6 saat olarak belirlenmiştir. Eğer artık değer ortaya çıkarsa,
günlük çalışma saati kısıtlanır. Aile ataerkildir. Evlenen oğul
babasıyla oturur. Eve sığmazsa yeni bir eve aktar ılınır. Kentler
büyürse yeni bir kent kurulur. Hayvanların öldürülmesi, özgür
yurttaşlar zalimliği öğrenmesin diye kölelere havale edilir. Yemek
kamuya ait salonlarda yenir ve buradaki ayak işlerini de köleler
görür. Evlenirken hem erkeğin hem kadının bakir olması esastır.
Demirin olmadığı adada bunu sağlamak için dış ticaret yapılır. Savaş
zaferleri ile övünülmez, ancak zorunluluk halinde savaşa girilir ve
mümkünse paralı askerler tutulur. Altın ve gümüş birikimi savaş için
yapılır. Gündelik hayatta ise altın ve gümüş oturak ya da hayvan
zinciri olarak kullanılır ki nefret edilsinler. Mutluluğu zevkte bulan
bir ahlak ve çilecilikten uzak bir dinsel tutum söz konusu. Kadınlar
da rahip olabilir, rahipler onurlandırılır ama toplumda güç sahibi de
değillerdir. Tanrıya inanmayanlar yurttaş sayılmaz ve siyasal
yaşantıya katılmazlar ama hiçbir bakımdan rahatsız edilmezler.

Görülüyor ki More'un ütopyası şaşırtıcı ölçüde liberal ve o ana dek
Hıristiyan dünyasında görülmedik derecede laiktir. Komünizm tasarısı
ise pek önemli değil, çünkü ondan ne anlaşıldığı belirsiz ; üstelik bu
tarz bir komünizm pek çok dinin söyleminde de fark edilir. Mesela,
Müslümanlığın cennet tasarımını bile göz önüne getirirsek, mülkiyet
ilişkilerinden söz edilmeyen eşitlikçi bir yaşantı algılarız. Buradaki
liberal düşünceler; savaş, dinsel hoşgörü, yumuşak cezalar,
hayvanların öldürülmesine karşı duyulan irkilti incelendiğinde ortaya
çıkıyor. Sanki kendi geleceğini okumuşçasına, More, "Ütopya"sına,
hırsızlığa ölüm cezası verilmesini eleştiren bir kanıtla başlar.

Her ütopya, kendi çağının toplumsal koşullarının bir eleştirisi
niteliğini barındırır. Dinsel bir inançla, yaşanan kötülüklerden,
Hıristiyanlığın başlangıcındaki eşitlikçi görüşlerle arınılacağı
öğretisine inanan Thomas More, siyasi iktidarın tek elde toplanmasına
ve sınıfsal imtiyazlara karşı çıkan bir metin yazmıştır. Ne var ki,
ilk bakışta eşitlikçi görünen bu ütopyanın da altını kazıyınca, bir
çok ütopyada olduğu gibi, bireyi yok sayan ve tek tipleştirici bir
toplum mühendisliği ile karşılaşırız. Toplumda farklılığa yer yokmuş
gibi görünür, ama yönetimle ilgili kişiler bilgililer arasından
seçilir. Yani ütopik de olsa, bilginin topluma yayılacağı düşüncesi
öne sürülmez. Buradan, soylu kesimin yoksul halkı ne denli küçümsediği çıkarılabilir. Toplumun en hümanist ve aydın insanları bile, toplum tasarılarında sınıf farklılıklarını bir biçimde ortaya koyuyorlar.Ancak, 1518 yılında yazılmış bu metni kendi dönemindeki düşünceler,yasalar ve inançlar eşliğinde değerlendirmek gerekir. Buradaki tek tipleştirmedeki abartı, dönemin soylularının debdebesi ve toplumun büyük yoksulluğuna bir tepkidir mesela.

Thomas More'dan sonra da bir çok ütopya yazıldı. Hatta, kimilerine
göre Marx'ın komünizmi de bir ütopyaydı. Ütopya yazımının
seçkinciliğine karşı anti-ütopyalar da üretildi. Ama, yapısı ne olursa
olsun, "toplumsal ütopya, yoksul sınıfların ayrıcalıklı sınıflara ya
da düşünen insanın varolan düzene karşı duyduğu hınçla başlar ama onu aşarak yeni toplum modelini çizer; yeni toplumun varlığını geçmişte ya da gelecek içinde, boşlukta bir yere yerleştirir, zamansa belirsizdir. Bu yeni toplum varolanın negatifidir. Bu düşünce çağının insanlarını devrimci eyleme çağırmamakla birlikte, mutluluk arayışı içinde, kurulu düzenin yıkılması için çalışır ve ara sıra yolunu şaşırmış olsa da her zaman bir değişiklik gereğini dile getirir".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder